Kendi kendimize ettiğimiz zulümler yüzünden…

TEODORA DONİ
Kendi kendimize ettiğimiz zulümler yüzünden…
 
Günlerdir unutamıyorum o fotoğrafı. Minicik bir bebek; henüz doğduğu, en fazla birkaç günlük olduğu ilk bakışta hemen anlaşılan minicik bir bebek… Ama artık ne tertemiz bir kundakta, ne de annesinin kucağında…  Artarak devam eden zulmün acımasızlığıyla vurulan nice masumiyet gibi o da vurulmuş. Kefene sarılı o minnacık bedenini bir erkek ki muhtemelen babası bir eliyle herhangi bir nesneyi tutar gibi tutuyor boşta kalan diğer eliyle de zafer işareti yapıyordu.

O fotoğrafı bir, iki hafta önce internetin sosyal paylaşım sitelerinden birinde görmüştüm. Paylaşanların iddialarına göre o fotoğraf Suriye'de çekilmiş ki büyük bir ihtimalle doğrudur. Suriye 'de çekilmemiş olsa da o diyarlarda çekildiği kesin, bebeğin kefenleniş şeklinden anlaşılıyordu zaten.

O fotoğrafı gördüğümde uzun süre ve tekrar tekrar bakmıştım. Bir, kefene sarılı bebeğe bakıyordum; bir, zafer işareti yapan adamın eline. Anlamaya çalışıyordum o insan nasıl bir psikolojiyle nasıl bir bilinçle öyle ne anlatmaya çalışıyordu diye. Minnacık bir bebeğin cansız bedenini öyle herhangi bir nesneyi tutar gibi tutuşu, o serinkanlı duruşu belki de son zamanlarda yaşanan onca katliamı görmenin getirdiği bir bilinç sarsılmasından olabilir ama öyle bir durumda zafer işareti niye yapar bir Müslüman diye düşünüp durdum günlerce. Sonra insan boğazlarken, linç ederken tekbir getiren insanları düşündüm, bu nasıl bir akıl tutulmasıdır, bu nasıl bir aldanış, nasıl bir unutuştur, hakikaten anlamak çok güç. Her türlü tepkisinde, sevgisinde de nefretinde de adaletle davranması, hatta düşmanla savaşında da vuruşma hukuku ve ahlakına bağlı olması gerekmez mi Müslüman’ın.

Kan gölüne dönüştürdükleri İslam coğrafyasını özellikle Ortadoğu’yu son günlerde adeta kan denizine dönüştürenler elbette zulümlerini hem kolaylaştırmak hem gizlemek ve bakın asıl zalimler Müslümanlardır diyebilmek için her türlü hile, tahrik ve aldatmacaya başvurmaktan, her türlü “film çevirmekten” çekinmeyeceklerdir. Buna karşılık Müslümanlar için oyuna gelmemek ve oyunu boşa çıkarmaktır önemli olan.

Şimdi söylemeliyim ki Peygamber Efendimize ve İslam'a hakaret içeren o lanet filmden bir saniyelik görüntü bile izlemedim, izlemeye de niyetim yok. Allah’ın Resulüne ve dinine hakaret eden ruh hastası insanların(!) ruhumu, zihnimi zehirlemelerine de izin vermedim ama konu hakkında yazılanların çoğunu okudum. Yazılanlardan, yapılan açıklamalardan anladığım kadarıyla kimsenin yeni bir tespiti yok. Yıllar önce benzer durumlar için yapılan değerlendirilmelerin aynısı tekrar ediliyor kısır bir döngü gibi. Yine El Kaideciler veya kökten dinciler konuşuluyor ve bingo; taşın altından çıkan yine Amerika. Çoğumuz bu nasıl oluyor da böyle oluyor diyoruz ama oluyor işte. Dünya küçük ve ayrıca da yuvarlak, dönüp dolaştıkça varacağın son nokta aslında başlangıç noktası diye sanırım bir filozof söylemiş ya, aynen öyle.

Amerika’nın Libya Büyükelçisinin Libya’da linç edilerek öldürülmesi Peygamber Efendimize ve İslam'a hakaret içeren o lanet filme bir tepkinin sonucu mu tam olarak bilemiyorum. Ancak bu, bana geçen yıl yine aşağı yukarı bu zamanlarda Libya’da Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesini hatırlattı. Kaddafi’nin ne kadar diktatör olduğunu, halkına zulüm edip etmediğini bilemem ama benim bildiğim ve unutamadığım hem “Ömer Muhtar” filminin hem de Peygamber Efendimizi ve dönemini anlatan ünlü “Çağrı” filminin yapımında büyük bir desteğinin olması. İlginç, değil mi?

Kaddafi’nin linç edilişine “Arap Baharı” diye alkış tutan ülkemizdeki bazı Müslüman entelektüellerin şimdi Amerika’nın Libya Büyükelçisinin linç edilişini Müslüman böyle yapmaz diyerek eleştirmeleri de ayrıca ilginç. Aynı Müslüman entelektüeller aslında daha önce Amerika’nın Libya Büyükelçisinin linç edilmesine çok sevinmişler ve buna dayanarak zekâmızla alay edercesine "Eee, hani Arap Baharının arkasında Amerika vardı? Şimdi cevap verin bakalım çokbilmişler sizi" gibi ilginç(!) yorumlar ve göndermeler yapmaya başlamışlardı ki sonra nasıl olduysa bir yerden bir düğmeye basılmış gibi birdenbire bilinçli,  şiddete karşı Müslümanlar oluverdiler. Muhteşem bir dönüş. Daima söylemişimdir böyle insanları hep sevmişimdir(!), papağanlığı çabuk öğrenen, çıkarına göre çabuk pozisyon alan ve en önemlisi bu uğurda “söz dinleyen” böyle insanları.

Bir de bu katliamlar, bu acılar, hep ahlaksız(!) ve canavar “Batı” yüzünden deyip işin içinden çıkanlar var ki onlara göre Batılılar olmasaydı tam bir cennet bahçesi gibi olurdu İslam coğrafyası. Kefene sarılmış bebeğiyle zafer işareti yapmasını da adama Batılılar öğretmiştir o zaman; kederini, zaferini Batı’ya ve bütün dünyaya Batı sembolleriyle anlatmasını da. Zira o zafer işareti Batılıların zafer işareti.

Aslında ne hep başkalarını suçlayarak işin içinden çıktığını sananlar,  ne de yalnızca kendini kandırdığının farkında olmayan uyanıklar(!) beni düşündüren.  Beni asıl düşündüren İslam coğrafyasında yaşanan onca acının Müslümanlar arasında dayanışmaya, direnişe ve dirilişe vesile olması gerekirken tam aksine zulüm ve fitne odaklarının işine yaraması.  Her geçen gün daha çok kardeşkanı akıyor, her geçen gün daha çok nefret ediyor herkes birbirinden.

Hele ki Türkiye’de meğer nasıl bir uçurumun, nasıl bir ayrışmanın eşiğine getirilmiş insanlar dedim kendi kendime, geçtiğimiz hafta internetten okuduğum “BDP’li Milletvekili Sırrı Sakık’ın oğlunun intihar ettiği” haberine yapılan yorumları görünce.

Merak ediyorum, ne zaman “Rabbim hiç kimseye evlat acısı yaşatmasın” diyebilecek yeniden yüreklerimiz ve ne zaman farkına varacağız ki kendi kendimize ettiğimiz zulümler yüzünden onca acı.

17 Eylül 2012 Pazartesi / Yeni Şafak
Share

 

 

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir