Sayın Dinçer aynı açıklamada daha başka ithamlarda da bulunmuştu ama burada tekrar etmek istemiyorum, anormal vatandaş ithamı yeterince incitici zaten. Sayın Başbakan da beş buçuk yaşındaki, yani 66 ayını dolduran çocuğunu okula göndermeyenleri çocuklarına ihanet etmekle suçlamıştı. Tekrar etmeye gerek yok sanırım çünkü daha önce de defalarca yazdım, ben de bir anneyim ve bu açıklamalar, bu suçlamalar bir anne olarak beni incitiyor, ayrıca hakikaten endişelendiriyor.
Bu yıl ilkokul üçüncü sınıfa başlayacak olan oğlum beş yaşını doldurmadan ana sınıfına gitmişti ve yaşça sınıftakilerin en küçüğüydü. Bir sonraki yıl okula başlaması yani birinci sınıfa gitmesi gerekiyordu çünkü Milli Eğitim Bakanlığı e-sisteminde bu şekilde kayıtlara girmişti bile. Ancak oğlum o zaman yani üç yıl önce bu zamanlarda 66 ayını henüz doldurmuştu ve okula başlamasını yaşı nedeniyle uygun bulmamıştım. Bir yıl kaydını dondurmak için okula dilekçe vermiştim. Talebimin kabul edilebilmesi için dilekçemde gerekçe olarak çocuğumun “gelişimini tamamlayamamış” olmasını yazmamı istemişlerdi, ben de mecburen öyle yazmıştım, çünkü bu tek seçenekti ve sonuçta kayıt dondurulmuştu. Dosyasına “özel durum”dan dolayı kaydı dondurulmuştur diye yazılması, ertesi yıl çocuğum birinci sınıfa başladığında sınıf öğretmeninin ilk gün çocuğa tuhaf tuhaf bakmasına ve bana nesi var bu çocuğun diye sormasına sebep olmuştu.
Elbette çok kızmıştım o gün çocuğumun kaydını dondurabilmek için önüme tek seçenek konuluşuna, “gelişimini tamamlayamamış” diye yazmak zorunda bırakılışıma. Çocuğumu 60 ayını doldurmadan ana sınıfına göndermekle belki hata yaptım ama yine de her öğrenci velisinin anne veya babanın, çocuğu için karar verebilmesinden yanayım. Nasıl ki Sayın Başbakan sık sık kendi deneyimlerinden dolayısıyla çocuklarından örnekler vererek eğitim sisteminde yapılan bazı değişiklikleri anlatmaya çalışıyorsa biz de aynı şekilde kendi deneyimlerimizden çocuklarımızdan örnekler vererek bu değişikliklerin bizi nasıl etkilediğini anlatmaya çalışıyoruz. Çocuğunu okula göndermemek için doktor raporu alan oldu mu doğrusu bilemiyorum ama çevremdeki 66 ayını dolduran çocukların velilerinin çoğunun bütün yaz mevsimini bu sıkıntıyla geçirdiğini biliyorum. Şimdi bu insanların hepsi anormal vatandaş mı yani? Bütün endişelerinin çocukları için olduğuna inandığım bu insanların çocuklarına ihanet ettikleri nasıl söylenebilir.
Artık hepimiz kolayca görebiliyoruz ki dün geçerli olanlar modern dünyada bugün geçerli olmayabiliyor ama ortak akıl ve vicdan çoğu zaman bir yerde buluşuyor. Bugün, üniversite öğrenim harcı veya eğitime katkı payı olarak bilinen zorunlu eğitim harcaması “üniversite harçları” artık yok, kaldırıldı, en azından devlet üniversitelerinde. Bu uygulama şimdilik sadece birinci öğretim için olsa da binlerce öğrenci için sevindirici bir gelişme, bir o kadar da şaşırtıcı. Şaşırtıcı dedim çünkü hatırlayalım daha düne kadar öğrenciler parasız eğitim isteği için yaptıkları protesto gösterilerinde yaka paça gözaltına alınıyordu, dövülüyordu ve cezalandırılıyordu. Şimdi sormak istiyorum: O öğrencilerin sesini duyan hükümet üniversite harçlarını kaldırarak böyle sevindirici bir gelişmeye öncülük ederken aynı anda nasıl oluyor da 66 aylık çocukların okullu olmasını zorunlu kılan bir uygulamayı vatandaşa dayatabiliyor ve karşı çıkanları anormallikle veya çocuklarına ihanetle suçlayarak incitebiliyor.
Evet, Türkiye’nin eğitim meselesi oldukça karışık, yılların birikmiş sorunları var, öyle bir çırpıda yoluna koyulacak gibi değil, bu karmaşada “maksadını aşan” sözler olabilir deyip çıkalım mı işin içinden. Hatta bunun bir eğitim meselesi değil bir “milli” eğitim meselesi olduğunu hatırlayıp, devlet en iyisini en doğrusunu bilir, bize söz düşmez deyip, eğitim sistemindeki hiçbir sorunu tartışmayalım mı? Mesela ilk şartı “özgürlük” olan “yazarlık” bu yıl okullarda seçmeli ders olurken dersin öğretim programına askeri darbe sıkıyönetim bildirilerini hatırlatan onca sınırlama niçin konuldu diye sormayalım mı? Bu ülke neredeyse tam on yıldır koalisyonla yönetilmiyor;
AK Parti yani tek parti iktidarı var ama eğitim sisteminde kalıcı reformlar yapılamıyor bir türlü, istikrar yok, deneme yanılma yöntemine devam. Eğitim sorunları derken gel de hatırlama şimdi yıllar önce muhalif şarkılarıyla ortaya çıkan “Pink Floyd” müzik gurubunun meşhur “Eğitime ihtiyacımız yok” şarkısını ve şarkıdaki “çocukları rahat bırakın” cümlesini. Öyle sanıyorum ki Pink Floyd’un o şarkısındaki itirazı, eğitime değil yürürlükteki eğitim sistemine, okulların kurumsal yapısınaydı, tıpkı Ivan İllich’in “Okulsuz Toplum” eserindeki itirazı gibi. O günden bugüne pek de bir değişiklik olmadı, dünyanın her yerinde devlet, eğitim sisteminin tek belirleyicisi. Eğitim özgürlüğünü değil, zorunlu eğitimde fırsat eşitliğini sağlamaya çalışır devlet. Her bir vatandaşını aynı şekilde eğitmek ister. Okullar bunun için vardır ve bugün Türkiye’de ne yazık ki bizler Pink Floyd’dan, Ivan İllich’den yıllar sonra bile eğitim sistemini, okulların durumunu tartışmak yerine 66 aylık çocukların okula gitme zorunluluğunu tartışmak zorunda kalıyoruz.
Yine de bir anne olarak en azından şu kadarını söylemek istiyorum, Pink Floyd’un o şarkısındaki gibi: “Çocukları rahat bırakın”.
10 Eylül 2012 Pazartesi / Yeni Şafak