O satırları okurken hemen Salih Mirzabeyoğlu geldi aklıma. İdam cezası kaldırıldığı için idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Salih Mirzabeyoğlu. 28 Şubat sürecinde belki de en çok mağdur olan insan. Ne yazık ki Salih Mirzabeyoğlu için de birileri “kimseye durduk yere ceza vermezler, vardır bir suçu” diyerek rahatlatıyorlar vicdanlarını. Birçoğunun ise hala haberi bile yok Salih Mirzabeyoğlu’nun varlığından; dolayısıyla ne şair, yazar, mütefekkir olduğunu, ne kaç eseri olduğunu, ne yıllardır cezaevinde ve neden orada olduğunu, ne de hangi şartlarda yargılandığını ve neden ceza verildiğini biliyorlar. En çok da bu yüzden, herkes haberdar olsun diye vicdan sahibi her kalem erbabının bu dehşet adaletsizliği tekrar tekrar yazmaya, Salih Mirzabeyoğlu’na yapılan haksızlığı tekrar tekrar anlatmaya devam edeceğine inanıyorum.
“Vardır bir suçu” diyerek vicdanlarını rahatlatanlara, olup bitenin aslını bile bile hiçbir şey yapmadan durup sadece seyredenlere ise hiçbir sözüm yok. Zira onlar için gerekeni en iyi şekilde söylemiş Salih Mirzabeyoğlu yıllar önce yazdığı “Aydınlık Savaşçıları – Moro Destanı” şiirindeki şu mısralarla: “bırak haksıza boyun eğeni / sıcak odalardan seyretsin / soğuktan ciğeri delinenleri / açları, çıplakları / unutsun ipe çekilenleri / kurşunlananları…/ malı azalmasın onun / teni incinmesin tek. / bırak karışmayıp seyredeni / candan geçen gelsin safımıza / kavga kaçkını / fistan giysin dolaşsın…”
Şimdi dönüp önceki yazılarıma baktığımda fark ettim ki ne zaman Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazmışsam hep şair, yazar, mütefekkir olduğuna; elliyi aşkın kitap yazdığına vurgu yapmışım, ancak şimdiye kadar şiirlerinden bir mısra bile alıntılamamışım meğer. Bunun nedenini; “söylenecek çok sözün olması, buna karşılık yazı alanımın sınırlı olması” diye açıklayamam elbette. Belki de Salih Mirzabeyoğlu’nun, “Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli” diye anlattığı halinin yüreğimde ve beynimde bıraktığı etkidendir.
Zira “Ben yıllardır şiir yazamıyorum” dediği bir hal içerisinde bırakılan, kendi deyimiyle telegram işkencesi altında en güzel yıllarını cezaevinde geçiren, haksız yere ömür boyu hapse mahkûm edilen bir şairin özgürlüğü için hiçbir şey yapamayıp teselliyi eski şiirlerinden mısralar alıntılamakta bulmak insanın içini acıtıyor. Şiir özgürlüktür, şairin özgürlüğüdür şiiri. Gönül istiyor ki artık özgür olsun şair ve yeni şiirlerini okuyalım Salih Mirzabeyoğlu’nun özgürce yazdığı. Aslında düşünenimiz, konuşanımız, yazanımız, siyasetçimiz, hukukçumuz, öğrencimiz, öğretmenimiz, emekçimiz, iş adamımız, her birimiz vicdanımızın sesini dinlesek, elimizden geleni yapsak, yetki ve imkânlarımıza göre payımıza düşen sorumluluğu yerine getirsek Salih Mirzabeyoğlu’nun özgür olmaması için hiç bir neden yok.
Şimdi bu satırları yazarken kamuoyunda bilinen adıyla “Balyoz” davasında nihayet bir karar verildiğini öğrendim. Askeri darbe yapmaya, hükümeti devirmeye teşebbüs etmekten yargılanan sanıkların büyük bir kısmı çok ağır cezalara çarptırılmış. Birçok kimse hukuk adına, adalet adına umut verici bir gelişme olarak yorumladı bu kararı. İnşallah öyledir ama artık 28 Şubat post modern darbesini yapanların davalarının da bir an önce karara bağlanması gerekmiyor mu? O darbeyle en çok mağdur edilen Salih Mirzabeyoğlu’nun da bir an önce, derhal serbest bırakılması, özgürlüğüne kavuşturulması gerekmiyor mu? “Balyoz” davasında verilen karar için hukuk adına, adalet adına umut verici bir gelişme diyenlere sormak istiyorum, peki bu gelişmeye rağmen Salih Mirzabeyoğlu’nun halen cezaevinde olması tuhaf bir durum değil mi, diye.
Ne yazık ki tuhaflıklarla ve çelişkilerle dolu ülkemiz ve bir de doğru yazamamak, okuyamamak, anlatamamak, anlayamamak ve algılayamamak gibi bir sorunu var ki insanımızın; bu çelişkilerin, bu tuhaflıkların üzerine tuz, biber adeta. İşte bir örnek: Geçen hafta AK Partili olduklarını iddia eden bazı insanlar, Mehmet Ali Birand’ın Posta gazetesinde çok eski ta 19 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmış “Erdoğan'ın batıdan görünüşü” başlıklı yazısını kopyalayarak, yazıdaki “İslam’ın kendini düzeltmesi gerektiğini söylemesi… “cümlesinin ne kadar vahim olduğunu da fark edemeden, üstelik İslam'a ve Peygamber Efendimize hakaret içeren iğrenç bir filmin ve buna karşı yapılan protestoların tüm dünyanın gündeminde olduğu şu günlerde internetin sosyal medyasında "okuyun ve mutlaka okutun" diyerek yayınlayabiliyor.
Sayın Başbakan öyle vahim veya o anlamda bir söz söylemez, söylediği de asla düşünülemez. Sayın Başbakan İslam’ın değil, İslam dünyasının kendini düzeltmesi gerektiğini söylemiştir, söylüyor da. Birileri Sayın Birand’a “yazarken biraz daha dikkatli olmalısınız” demeli ve o yazıyı çoğaltan AK Partililer için de okuma ve okuduğunu anlama kursları açılmalı, dersem kesinlikle eksik olur bu cümle ve haksızlık olur hem Sayın Birand’a hem bazı Ak Partililere. Zira “sorun” çok yaygın ve çok vahim boyutlara vardı, benden söylemesi…
Yine de umutsuz olmayalım diyorum sözü umuda bırakarak ve Salih Mirzabeyoğlu’nun “Aydınlık Savaşçıları – Moro Destanı” şiirindeki umut dolu mısralara: “dehşetin soluğu er ya da geç / silinir hıncın gökgürültüsünde / ışık sütunlarından kurulur hayat / bilinir "yaşanmaya değer hayat” / sönük kalır deyişler / ufuk açan leyla / dağlar delen ferhat…”
24 Eylül 2012 Pazartesi / Yeni Şafak