“yazık, şairler kadar cesur değilim”

TEODORA DONİ “yazık, şairler kadar cesur değilim”

TEODORA DONİ
“yazık, şairler kadar cesur değilim”
 
"Babayiğit bir adam yok ki o adama adam gibi cevap versin”. Bu cümleyi bana üç hafta kadar önce çok değer verdiğim, gönül diliyle konuşan, gönül diliyle yazan; şiirler kadar türkülerin de dilini çok iyi bilen bir şair ağabeyim telefon görüşmemizde söylemişti. Kızgın, kırgın ve çokça öfkeli bir ses tonuyla söylemişti o cümleyi.  Söyledikten sonra bir kaç saniye duraksayınca açıkçası "kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" deyimi gelmişti aklıma. Sözlerinin devamından anladım ki kendisini bu kadar üzen; bir yazarın bir yazısında "Sezai Karakoç ve İsmet Özel'i çıkarırsak, son çeyrek yüzyıldan geriye ne kalır?" demesiydi.

Bu cümleyi yazanın kim olduğunu öğrendiğimde şaşırmamıştım ama sevgili şair ağabeyimin bana "Babayiğit bir adam yok ki o adama adam gibi cevap versin” diyerek kırgınlığını benimle paylaşmasına şaşırmıştım. Çünkü hep söylüyorum, ben o yazarın okuru değilim. Her ne kadar ne yazdığını, nasıl yazdığını, düşüncelerini kendimce biliyorsam ve bilmek için okumak zorunda kalıyorsam da bu takibim bir okur olarak değil elbette. Daha çok onun gibi ünlü, popüler bir isim olmak amacıyla yola çıkan genç kardeşlerimizi anlamak için. Popüler sözcüğüne ve bendeki çağrışımlarına ilişkin düşüncelerimi daha önce defalarca yazdım, tekrar yazmayacağım.

Şimdi duyar gibiyim; o cümle üç hafta kadar önce yazılmış, o zamandan beri neyi bekledin ki şimdi yazıyorsun; diyenleri.  Onlara cevap vermeden önce söylemeliyim ki şair ağabeyimle konuştuktan sonra o  yazıyı hemen okuduğumda neden o yazarın okuru olmadığımı o yazısındaki kendi anlatımıyla, şu cümleleriyle bir kez daha anlamış oldum: "Bir şair için, 'şiirleri iyi ama fikirleri sığ' diyemezsiniz. Şiirlerinin iyi olduğunu kabul ettiğiniz anda, fikri derinliğini de onaylamış olursunuz". Fazladan bir söze gerek var mı, bence yok, çünkü oldukça açıklayıcı.

Yazarın aynı yazısındaki  "Sezai Karakoç ve İsmet Özel'i çıkarırsak, son çeyrek yüzyıldan geriye ne kalır?" cümlesi hakkında bunca zaman sonra yazmamın birçok sebebi var elbette. Son zamanlarda “Linç” kültürü öyle çok yaygınlaştı ki haklı bir eleştiri yapsanız da linç edilme ihtimaliniz çok fazla, bunu defalarca yaşadığım için biliyorum. Ayrıca sırf sayısız insanı incitti diye yazımı bahane edip kimsenin  o yazarı incitmesini istemem, bunu bütün samimiyetimle söylüyorum.  Görüyor musunuz, iletişimsizlik ve algı sorunu ne kadar trajik bir hal aldı ki bunları da belirtmek zorunda kalıyoruz.

Şimdi yazdığıma göre linç edilmeyi göze aldım, diyemem. Bana, artık yazmazsam olmaz dedirten;  büyük gönül adamı Neşet Ertaş’ın bu yalan dünyaya veda edip ebedi âleme göç etmesi… Allah rahmet eylesin. Mekânı cennettir inşallah. Saz ve söz sanatının, yani türkülerin yani hayatın büyük ustası Neşet Ertaş’ın vefatının ardından sayısız yazı okuduk. Çoğu hakikaten yüreklerimize dokunan yazılardı. Tekrar tekrar türkülerini dinledik.

Ancak biliyoruz ki Neşet Ertaş hayattayken ne hak ettiği saygıyı gördü tam olarak ne de hakkı teslim edildi. Bize küskün gitti bu “yalan dünya”dan. Küskün gittiğini yüreklerimizi  yokladığımızda, vicdanlarımızla baş başa kaldığımızda ve elbette ki eskileri, zihnimizde kalanları  hatırladığımızda anlayabiliriz. Böyle bir küskünlüğün söz konusu olduğunu bilmiyorduk, diyenler varsa sadece Mehmet Şeker'in geçen hafta Yeni Şafak'ta yayınlanan "Hoyratlar  görmeden"  adlı yazısını okusunlar yeterli.

Evet, 2012 yılındayız ve büyük usta Neşet Ertaş henüz ayrıldı aramızdan.  Birkaç neslin dilinde marş olan, türkü olan unutulmaz şiirlerin şairi Abdurrahim Karakoç da yakın zaman önce ayrıldı aramızdan.  Şimdi  “Sezai Karakoç ve İsmet Özel’i çıkarırsak, son çeyrek yüzyıldan geriye ne kalır?” denildiğinde,  bu ustalar yok sayılmış olmuyor mu? Oysa son çeyrek yüzyılda bu ustalar da yaşadı.

Halen yaşayan onlarca şair var. Nuri Pakdil’den Arif Ay’a, Hüsrev Hatemi’den Mehmet Ragıp Karcı’ya,  Osman Sarı’dan Mustafa Aydoğan’a, Necat Çavuş’tan Osman Konuk’a, Cafer Turaç’tan Hüseyin Atlansoy’a, Şaban Abak’tan Şahan Çoker’e, İlhami Atmaca’dan Hıdır Toraman’a kadar onlarca şair. Hem bu “son çeyrek yüzyıl” sınırlaması neden acaba? Üstad Sezai Karakoç’un ve İsmet Özel’in son çeyrek yüzyılda mı ortaya çıktıkları sanılıyor, Şiire 1987 yılından sonra mı başladılar.

Böyle biliyorsa yanlış biliyor diyeceğim ama aslında yazarın kendisi de biliyor öyle olmadığını. Peki, o zaman neden bile bile bu çarpıtma, yüreklerde kendi çapında kalıcı izler bırakmış yüzlerce şiiri, onlarca şairi bir çırpıda kolayca silebilmek ve yok sayabilmek için mi Üstad Sezai Karakoç’a ve İsmet Özel’e sığınmak, onları kalkan yapmak, böylece gelebilecek eleştirilerin önceden önünü kesmek.

Aslında yazarın yazısı “İslamcı söylemin, şairlerin tekeli altında olmasını İslamcılığın en büyük handikabı ve zaafı sayan” bir yazara cevap gibi görünüyor ama öyle bir yazıda kaş yapayım derken göz çıkarmanın âlemi ne. Sonraki yazılarından anladığım kadarıyla hatasını telafi etmeye çalışıyor gibi, Hüsrev Hatemi’den başlayarak şair portreleri yazmaya başladı ama kırılan kalpleri onarmak için o yazıların yazıldığını çok az insan fark edebiliyor. Birçoğu da hiçbir anlam veremiyor o yazılara. Birazcık kötü niyetli olanlar da hiç çekinmeden yalakalıkla itham edebiliyor kendisini.

Bir de biliriz ki emeğe saygısı olanlar çalıntı yerine tırnak içinde alıntı yaparlar ve alıntının kaynağını gösterirler. Mesela alıntı, bir şairin ünlü bir şiirinin ismiyse ve yazıya başlık yapılmışsa tırnak içinde olur ve yazı içinde de alıntının kaynağı ayrıca belirtilir. Anlayan anladı ne söylemek istediğimi, Üstad Sezai Karakoç’un o şiirindeki gibi “Ötesini söylemeyeceğim”.

Ben şair değilim, şiir ve şair hakkında ahkâm kesmek de haddim değil. Sadece sormak istiyorum: Söz konusu olan “şiirin ülkesi” ise, şiirin başkentlerinden de kentlerinden de hiçbiri görmezlikten gelinemez, yok sayılamaz desem haddimi aşmış mı olurum ve desem ki elbette her şair aynı zamanda mütefekkirdir,  Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi. Ama bilmiyorum fikri olmayanların şiir diye yazdıklarına ne desem. Belki de denilecek çok söz var ama ben, İsmet Özel’in “Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak” şiirinin bir mısrasında dediği gibi: “yazık, şairler kadar cesur değilim”.

 

31 Eylül 2012 Pazartesi / Yeni Şafak

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir